RSS

5 Kasım 2010 Cuma

İslamiyet 'in Güzelliklerini Görmek

''AyıpLarım GönüL Seni
HaL BiLmeze HaL Sorarsın,
Yanında BüLbüL Dururken
KargaLardan GÜL Sorarsın.''
Hz Mevlana

Medya nedir ? ? ?

Bir hayat tarzı; medya…

Firavun olan; medya…

Batıl’ın Zülfikar’ı; medya…

Bir hayat felsefesi; medya…

İsrail oğulları mirası; medya…

Züleyha'nın imansız hali; medya…

Lut kavmi helakine sebep olan; medya…

Ağaların kapitalistleştiği sektör; medya…

Sapkınlıkların ve antidoğruların tek savunucusu; medya…

Şükürler olsun rabbim (DUA)

Hamd Sana mahsusdur ey Rabbim! Sen semâların, arzın ve onlardakilerin mâlikisin. Ve Sana yine hamd olsun ki, sen Hakk'sın.

Edebin önemini, değerini anlatan söz

EDEP BİR TAÇ İMİŞ NÛR-İ HÜDADAN
GİY O TACI EMİN OL HER BELÂDAN

Biz türbelere değil türbeler bizden bekliyor

Yalnız Kendisine ibadet edilen ve yalnızca Kendisinden yardım istenilen Allah’a sonsuz hamd, kulu ve Rasûlü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, âline, ashabına ve ölülere tapmayan bütün müslümanlara, salat-u selâm olsun. Allah Azze ve Celle mü’minleri birbirini uyarmakla vazifeli kılmış ve onları; kendilerine hakikat ulaştığında, hemen iman ederler” buyurarak övmüştür. Hepimizin malumudur ki, müslümanlar dinlerini Kur’an ve Sahih sünnetten öğrenmeyi terk etmiş ve yüzyıllardır, atalarından miras kalarak artan ve eksilen bir dinle idare etmeyi kabullenmişlerdir. Bunun neticesi olarak dinin gerçeklerine, bilmeden muhalefet etmek ve karşı gelmek maalesef günümüz müslümanının dini yaşantısı olmuştur. Herkes yaşantısını ve gidişatını beğense de, kendisini Firdevs-î Â’lada görse de durum gerçekten çok vahimdir ve çare aranmalıdır. Toplumun tarif olunan bu hali, ta’lim ve tahsil görmeyen bir işçinin elindeki malzemeyi bozup zayi etmesi kadar doğaldır. Lakin bu zayiatın akıbeti ateş olunca durup düşünmeye, bir işe girişmeden önce bilip araştırmaya ihtiyaç vardır. Cahil cesur olur, sonra hem zarar görür, hem zarar verir. Bizler cahillerin yolunu terk etmeli, dinimizin her meselesini Kur’an ve Sahih Sünnet’te bulunduğu şekliyle kabul etmeli ve dinimize hurafeleri bulaştırmamalıyız.[1] Zira ebedi hayatın rahatlığını tercih edenler bu hesabı iyi yapmalıdır.

İslam dininde kesinlikle yeri olmayan ve şiddetle yasaklanan; ölülerden fayda beklemenin mantığını ve iddiaları cevaplayacağımız bu risalede Allah’ın yardımını umarak ve niyet ettiğimiz hayrın ümmete ulaşmasını niyaz ederek söze başlıyoruz.
KABİR NEDİR VE NİÇİNDİR ?

Kabir; ölünün dış etkenlerden (yırtıcı hayvan vs.) korunması ve yaşayanların da bozulan cesetlerin bulaştıracağı hastalıklardan ve açıkta kalan cesedin insanlar üzerinde oluşturacağı psikolojik tahribattan korunmak için ölülerin konulduğu yerin adıdır ki orası topraktır.

O halde yapılan şu işlerin bu gaye ile ne alakası vardır.

Kabirleri yüksek yapmak, süslemek veya türbe yapmak.

Kabirde yatan ölüden şifa, bereket veya medet ummak,

Kabirlerin etrafında dönmek , kabir taşlarına teberrük için el yüz sürmek,

Dilekte bulunmak, para atmak, ip veya çaput bağlamak,

Kabirleri arefe veya bayram günlerinde ziyaret etmek,

Kabrin yanında namaz kılmak vb.

Hristiyanlarda, yahudilerde, bütün putperestlerde yaygın olan bu inanç ve davranışlar hususunda yüce dinimiz nasıl bir yol göstermiştir ki, biz onun sırat-ı müstekıymi üzere olalım.
KABİR NASIL OLMALIDIR ?

Müslümanlar için kabir laht[2] şeklinde olmalı, cenaze sağ yanına meyilli ve yüzü kıbleye dönük konulabilecek şekilde sırt kısmı toprakla beslenmiş olmalıdır. Ölünün yukarıdan önden veya yandan konulmasında bir fark yoktur. Kabrin dışı ise yer ile bir seviyede olmalı[3] baş ucuna konulacak bir karış yüksekliğinde bir taşla oranın kabir olduğu anlaşılmalıdır ki insanlar kabristanı herhangi bir şekilde kullanmasınlar üzerine oturmasınlar.[4] Kabri taşlarla örüp yükseltmek veya türbe yapmak Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) ’ın yasakladığı haram olan işlerdendir.[5]
GAYR-İ MENKUL KABİRLER

Ulu orta yol üstünde kabirlere rastlamışsınızdır. Şehirlerin imar planları uygulanırken yol işçilerinin karşısına kabristandan uzak bir mezar çıkıverir. Birileri de bu kabir hakkında bazı kerametler uydurmuşsa bu kabri bulunduğu yerden sökmeye içindeki kemikleri kabristanda bir mezara defnetmeye, ne –fukaranın evini başına yıkan- belediyenin gücü yeter ne de valinin! Yetkileri vardır da cesaretleri yoktur. Yahut itikadı bozuk olduğundan kabirdeki ölünün rahatsız edilmesiyle başına bir musibet geleceğini sanırlar. Bu kabirlerin yol ortasında çilesi sapık bir inanışın eseridir. Ölüler ne ruhlarıyla ne de cesetleriyle dirilere fayda ve zarar veremeyeceği halde ölülerden bile korkan bilgisiz insanlar o kabri selamet bir yere taşıyamaz, kabristana koyamaz. Sonra da bu korkaklar bir çok mazeret uydurur veya uydurulmasına zemin hazırlar. Efendim neymiş bu kabri söküyorlarmış da kepçenin tırnakları kırılmış, işçilerin başına iş gelmiş vesair. Bunların hepsi Allah'tan korkmayan cahillerin uydurmasıdır. Sapkın sûfilerin inandığı gibi orada yatan ölü şayet işitiyor ise onu yolun ortasından kaldırmamakla ona zulüm yapılıyor. Gece gündüz aralıksız motor sesi, korna sesi dinleyen bir mevta kabrinde bile kafa dinleyemeyecektir! Onun yol ortasındaki varlığı dirilerin dini inançlarını bozduğu gibi birçok kazaya da sebep olmaktadır. Buna rağmen yetkililer bu sıkıntıyı giderecek bir adım atmamakta ısrarlıdır. Bu milletin dinine her fırsatta saldıran laikçiler bile bu sapık inanışa göz yummaktadır. Hindistanda yola yatan bir ineği rahatsız etmemek için arabasıyla kaldırıma çıkıp oradan yola inen şoförün haline katıla katıla gülen, vay dangalak vay diyen insanımız, biraz da kendi haline bakıp toprağın altındaki kemikleri rahatsız etmemek için kıvrım kıvrım yollar yapmanın kimleri güldürdüğünü de düşünmelidir.
İNSANLAR KABİRLERİ NİÇİN YÜKSELTİRLER ?

Ölüler üzerlerine yapılan taş yapıların yüceliği ile yücelmezler, onların yüceliği varsa artık Allah katındadır.

Kimi insan kendisi hayatta iken mezar satın alır ve üzerini kendisi inşa eder. Bu fiil her insanın nefsinde yatan unutulmama hissinden ve kendisine verdiği dünyalık değerden kaynaklanmaktadır. Bir de yaptığı işin gelenek haline gelmiş olması ve dindeki yasağı bilmemesi buna eklenince, kul kendine türbe bile yapmayı hoş görür.

Hayattayken kadrini bilmeyen akraba ve yakınların, bir daha ikram istemeyecek olan ölüye son ikramı sunmaları neticesinde veya ölünün diri üzerindeki hakkı zannederek cahillikle veya mezarını bile yaptırmadı demesinler diye riyakarlıkla kabirler inşa edilmektedir. Kişinin yakınlarına göstereceği ilgi ve muhabbet de o öldükten sonra kabrini süslemek ve çiçek dikmekle değil, o hayattayken bu sevgiyi göstermekle olur. Çünkü ölü artık yapılan iyilikleri anlayacağı zamanı kaybetmiştir.

Bazı kimselerin bir dağ başına gömülmeyi vasiyet etmesi neticesinde aradan geçen zamanla kim olduğu bile unutulan bu kabir sahibinin evliyadır denilerek üzerine yapılan türbeler de vardır.

Ayrıca hayatında iken deli olduğu söylenen, namaz kılmaz, oruç tutmaz, küfürbaz kimseri de “deli olmadan velî olunmaz” diyerek velileştiren ve türbesini yapan cahiller de çoktur.
HER SENE KABİR BAŞI ŞENLİĞİ ADINDA ŞİRK

Her sene belli günlerde kabri başında kurban kesilen şenlik yapılan, yemekler dağıtılan bu yerler cahil insanların edindikleri puthaneler ve bayram yerleridir. Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurdu:“ Ey Allah’ım, kabrimi tapılan bir put yapma...”[6] “ ... Kabrimi bayram (yeri) edinmeyin...”[7] “Evlerinizi kabirler, kabrimi de bayram (yeri) edinmeyiniz. Her nerede olursanız, oradan bana (salat-u) selam gönderiniz.”[8]

Dinimizde Ramazan ve Kurbandan başka bayram yoktur. Her kimin kabri olursa olsun, türbe ve yatırların başında, kesilen kurbanların etleri necistir, haramdır ve yenilmez.[9] Bu kurbanlar asla Allah adına ve onun rızası gözetilerek kesilmemektedir. Allah şöyle buyurur: "Allah size ancak ölüyü leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı…"[10] "Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, yalnızca O'nun adına kesilen şeylerden yeyin."[11]



Yapılan hiçbir ibadette Allah'ın razı edilmesinden başka bir gaye bulunmaması gerekirken, kesilen kurbanla kabirde yatanı memnun etme gayesi şirktir. Allah şöyle buyurur. “Onların (kurbanların) ne etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allah'a erişmez. Fakat sizden ona (yalnız) takva ulaşır.[12] "Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden mahiyetini bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Allah'a and olsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz."[13]

Bu ayetin tefsirine müracaat edenler görecektir ki kabirler başında kurban kesmek, kabirdeki ölüyü put edinmektir, o kurbanı bismillah diyerek kesmek bu şirki değiştirmez ve böylece kesilen hayvan da murdar olmuştur.[14]

Bakınız putlarının giderleri için ve oralarda merasim harcamaları için mallarını verenler hakkında nazil olan ayette Allah ne buyuruyor:

“Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?”[15]

Bazı kimselerin zekat olarak mallarının bir kısmını fakirlere bir kısmını da türbelerin tefriş, tezyin ve temizliğine hizmet eden ve/veya oralarda mu’tad merasim, anma töreni, kurban kesimi, davetler tertip eden vakıflara bağışlaması gibi putlara tapmaya ve putçuluğa zemin hazırlayan her türlü faaliyet hakkında müşriklerin davranışlarına benzemekten sakındırılıyoruz ve Rabbimiz bizi bu şirk ameliyesinden uyarıyor.


KERAMET TELLALLIĞI İLE YAYGINLAŞAN ŞİRK

Allah’ın mü’min kulları vardır ki dindar insanlar onları sever, hatta imanı zayıf kimseler dahi çoğu zaman onlara gıpta eder. O insanlar öldükten sonra, geri gelme imkanı kalmadığından, birileri tarafından büyütüldükçe büyütülür, övülür, haklarında birçok haber uydurulur. Övülen elbette ki Allah’a kulluğu ve Allah’ın emirlerine teslimiyeti olmalı ve örnek alınmalıdır fakat, bu övgüler onun mucizeden öte uydurma kerametlerine dönüşür. Falanca zaman gitmediği halde Kâbe’de görenler olmuş, hem orda hem buradaymış, şunun olacağını bilmiş vs. gibi İslamın reddettiği inançları o mümin kullara iftira ederek insanları dinlerinde şüpheye düşürürler. Bir anda birden fazla yerde olmak (tayy-î mekan - tayy-î zaman) Kur’an ve sünnette delili bulunmayan İslam öncesi putperestlerin inanışlarındandır.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i Kâbe'ye girip haccetmekten müşrikler alıkoymuş, ashabıyla birlikte haccedemeden tekrar Medine'ye dönmüşlerdi. Öyle bir hayal kırıklığı öyle bir hüsrandı ki bu dönüş, bu hüsranı mutluluğa çevirecek bir keramete güçleri yetse hiçbir sahabe haccetmeden geri dönmezdi.[16] Bu nasıl evliya kerametidir ki akıllısı, delisi, dirisi, ölüsü canı istedikçe bir anda hacca gidermiş, birileri de onları orda görürmüş.

Şu olacak dedi de aynen dediği gibi oldu diye uydurulan kerametlere gelince; olmadan önce olacağı bilmek mümkün değildir. Şayet böyle bir bilme mümkün olsaydı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 70 Kurrâ sahabenin öldürüleceğini bilir de onları münafıklara teslim etmezdi ve onların başına gelen musibetle yanıp tutuşmazdı.[17] Çünkü gaybı Allah’tan başkası bilemez, Allah’ın bildirdiği bazı gaybî haberler dışında peygamberler bile gaybı bilmezler.[18]

(Ey Muhammed) "de ki: Ben size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum, ben gaybı da bilmem…"[19]

(Ey Muhammed) "de ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim…"[20]



Önceden olmuş veya karara bağlanmış bir hadiseyi insanlar henüz duymadan haber vermek ise o haberin cinlerden alınmasıyla mümkündür. Bununla ilgili izah daha önce geçti.

Bu şekilde insanları dinlerinde şüpheye düşürüp, onları dinin gerçek emirleriyle irşad etmeyen cinli kimselerin ise ancak şeytan dostu olmaları mümkündür.[21] Zira Allah Azze ve Celle Kitabımızda “…Şeytanlar kendi evliyası (dostları)na sizinle mücadele etmeleri([22]) için ilham ederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz ki Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.”[23] buyurmaktadır. Onların hilesini Allah böyle haber veriyor ki, şerlerinden emin olalım ve bize bildirilmedi ki demeyelim. Onların Müslümanlara dinini öğretmek yerine bu tür davranışlarla akıllarını karıştırmaları ve dinlerinde garip inanışlara sevketmeleri onların ancak şeytan dostu olabileceğini gösterir. Zaten şeytanlar mü’min kimselere inmezler. Allah buyurur ki:

“Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.”[24]

“Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.”[25]


ÖLMÜŞ OLAN MÜ’MİNLERİ İLAHLAŞTIRMAK VE ONLARA TAPMAK

Tapmak, insanın gücünün yetmediği şeyleri, güç yetirebileceğine inanılan varlıktan, onun yardımını dilenerek istemek, onu övmek, sevmek ve ululamaktır. Gerçekten Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmiş mü’min kulların putlaştırıldığı da Kur’anın bize haber verdiği gerçeklerdendir. Kabirler Nuh peygamberden bu yana insanların tapınağıdır. Nuh Suresinde ismi geçen, salih insanları,[26] ölümlerinden sonra putlaştıran, onları övmede ve sevmede aşırı giden, velilerin kabirlerinden ve heykellerinden yardım isteyen putperestler, evliya olan insanlara tapmaları yüzünden helak olmaya müstehak olmuşlardır. Bu durum Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir ve akıbeti ebedi ateştir. Oysa insanların Allah’a kul olmasından başka bir şey istenmemiştir. Yeryüzünde Allahtan gayrına, tapılan ilk put Allah’ın salih bir kulu, Nuh kavminin taptığı “Vedd” olmuştur.[27] Üstelik tapılan, yardım istenilen onun ölüsüdür. Bu şirk Allah’ı o derece gazaplandırdı ki, büyük tûfan ile müşrik kavim helak edilmiş ve bu cezanın daha şiddetlisi de ahirette onları beklemektedir. Bütün peygamberlerin mücadele ettiği bu şirk Muhammed (S) zamanında da mevcut idi. İşte bu yüzden Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) , iman eden kimseler imanı tam manasıyla öğrenip, şirk tehlikesi kalmayıncaya kadar kabir ziyaretlerini yasaklamıştır. Ne zaman ki insanlar yalnızca Allah’a yönelmeyi, O’ndan yardım istemeyi, öğrendiler işte o vakit Kabir ziyareti yasağı kaldırıldı.[28] Ziyaretten maksat sadece ölümü hatırlayıp ibret almaktır. İşte bu yüzden kendilerine dua edilmesi yasak olduğu halde müşrik ve kafir anne-babanın kabri de ziyaret edilebilir. Zira ölümü hatırlatmakta kabirler müsavidir.[29] Bu gün de insanlar kabirlere ve türbelere Allah’a şirk koşmak için akın akın gitmekte, oraları tavaf etmekte, dilekler ve dualarda bulunmaktadırlar. Elbette bunu yapmayı Kur’andan veya peygamberin sünnetinden öğrenmediler. Dolayısıyla bu sapkınlığın din adına savunulacak tarafı yoktur.
KABİR EHLİ ÖLÜ MÜDÜR YOKSA DİRİ Mİ ?!

Tasavvuf ehlinden bazı mülhid ve zındık kimseler Allah dostu evliya kimselerin ölmeyeceğini çünkü Allahın Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurduğunu “şehitlere ölüler demeyin zira onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar”[30] ayetini kanıt gösterirler. Bu iddiaya üç yönden cevap veririz.

Birincisi : Allah Azze ve Celle Peygamberleri için bile ölüm kelimesini kullanmış, onların öleceklerini, öldüklerini birçok ayette zikretmiştir. Örneğin; “Biz senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar.”[31] “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi.[32] “Size gelen peygamberlerden bir kısmını yalanlarken, bir kısmını da öldürüyordunuz.”[33] “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.”[34] Buyurmuştur. Hal böyleyken bütün mahlukat ölümlü olduğu ve peygamberler de öldüğü halde bu zavallılar kabirlerde kimlerle konuşuyorlar aceba ?! İlle de onlar ölmedi diyorlarsa, diri ve güçlü kuvvetli şifa veren evliyalarını niçin gömüyorlar toprağa ?!

İkincisi: Şehitlere ölüler demeyin demek Allah onları diriltti ve cennet nimetlerini ikram etti demektir. Burada şehitliğe teşvik ve onun makamının övülmesinden başka, o şehitlerden yardım dileneceğine dair hiçbir anlayışa yer yoktur. Nice şehitler biliyoruz ki onlar da herkes gibi birer insandı ve olağanüstü kerametler göstermez, birilerine şifa ve bereket vermezlerdi. Hayatta iken insanların yardımına yetişemeyen, onlara rızık ve evlat veremeyen, hastalıklara şifa veremeyen aciz insan öldükten sonra da asla bunlara güç yetiremez. Bu inanışlar İslamın şiddetle reddettiği şirktir.

Üçüncüsü: Şehit Allah yolunda öldürülen kimseye verilen isimdir. Oysa onların yardımını, şifasını, bereketini, şefaatını dilendikleri yatırların neredeyse hiçbirisi savaş yüzü görmemiş çilehanelerinde ömür tüketmiş, kaygısız kimselerdir. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak da cihattır lakin o sahte veliler kalpleriyle konuştukları, gûyâ batınî ilim bildikleri için! kimse onların seviyesinde olamamış ve onların halinden bir şey anlamamıştır. İşte bu yüzden onlar kendilerinden istifade edilmeden ölmüşlerdir. Herhalde onlar mağaranın çökmesiyle veya karın ağrısından ölmekle şehit olmayı kastediyorlar! Günümüzdeki şeyhlere gelince onlar sağlam köşkleri sarayları tercih ettiğinden yıkıntı şehidi olamadıkları gibi özel doktorları sayesinde karın ağrısı şehidi de olamıyorlar.

Evliyalık demek falanca tarikatın şeyhi olmak, ölünce postu oğluna bırakmak, insanların dini hassasiyelerini istismar ederek saltanat kurmak demek değildir. Evliya Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, din adına konuştuğu ve yaptığı her şeyi Kur’andan ve sahih sünnetten isbat eden, din kardeşlerinin hayrı için gecesini gündüzüne katan, gerekirse Allah için canını veren fedakar mü’minlerin vasfıdır. Bu vasıfları taşıyan her mü’min velidir, Allah dostudur[35] ve onun hiçbir keramet göstermesi de gerekmez. Zira cennetle müjdelenen sahabelerin veya dört halifenin hangi kerametini biliyorsunuz.[36] Oysa post düşkünü riyakarlar adına uydurulan gûya kerametler saymakla bitmez. Abdullah ibn-î Mübarek der ki: Sünnet üzere yaşayıp ölerek Allah’ın huzuruna gitmek her Müslüman için bir keramettir (şeref ve seçkinliktir).

Türbelerde yatan kimselerin ölmediğine inanmak, onların ibadet ettiğine, savaşa gittiğine inanmak tamamen batıl ve asılsız hurafelerin dine bulaşmasından kaynaklanmaktadır. Bakarsınız ki bir türbenin kapısında su ibriği doldurulmuş, yanına havlu asılmış; ölü kalkıp abdest alsın diye! Oysa Allah Azze ve Celle Kur’anda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e hitaben “Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[37] buyurmaktadır. Yani ölüm geldiği andan itibaren ibadet imkanı yoktur, mükellefiyet sona ermiştir. Şu inanca bakın ki bir ölü üzerindeki yüzlerce kilo ağırlığındaki sandukanın altından kalkıp abdest uzuvlarını yıkayabiliyor! Oysa onu başkaları yıkayıp gömmüştü toprağa! Yok eğer ruhu çıkıyor, bedeni orada kalıyor ise ruhun abdest alması için su getirmek ne garip iştir. Yahut Uhud’da, Bedir’de şehit olan sahabelerden kalkıp abdest alır diye hangisinin başına su kabı bırakıldı. Bunlar bu meseledeki ayet ve hadisleri bilerek düşünen aklın kabul etmeyeceği yönlerden sadece birkaçı. Bu inanışların hiçbir ayete ve hadise dayanmadığını, tamamen aykırı ve safsata olduğunu bilmek ve tövbe etmek gerekir. Cehalet insana neler yaptırmaz ki ? İlacın, sobanın, yüksekten düşmenin tehlikelerini bilmeyen bir çocuğu düşünün. Aklı ermemek veya öğrenmemiş olmak bilmeden birçok tehlikeye atıverir insanı. Bir de bu cehaleti körükleyen sapkın fırkalar, bu işten dünyalık elde eden mel’unlar hesaba katılırsa, dinini saf menbaından almamış, o menbaı hiç aramamış insanın hali nice olur.


KABİRDE YATANDAN YARDIM İSTENİR Mİ ?

Yukarıda da izahı geçtiği üzere kabirde yatanın ruhunu Allah Azze ve Celle kabzetmiştir ve Allah kullarından hiçbirini yardımcı da edinmemiştir. Onlara yardım etme selahiyeti vermemiştir, üstelik bu inancı yermiştir.[38]

Hal böyleyken bizler günde beş vakit, huzurunda iyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn[39] yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz, dediğimiz Rabbimizi terk edip de falanca ölüden mi yardım isteyelim. Bakın Rabbimiz ne buyuruyor: ”Kendilerine bu kadar nimetler verildiği halde yine onlar, yardımlarını umarak Allah’tan başka ilahlar edindiler. Halbuki o ma’bud edindikleri putların onlara yardım etmeye asla güçleri yetmez. Bilakis onlar bu ma’budlar için yardıma hazır askerlerdir.”[40]

 Şafî ismi ile şifa verici olan Rabbimizi bırakıp da falanca ölüden hastalığımıza şifa vermesini mi temenni edelim ?

 Nimetlerine muhtaç olduğumuz rızkımızı veren Rabbimizi terk edelim de bize ölüler mi bolluk versin ve bizi doyursun diye yalvaralım.[41]

 Bu kadar şirkin ve küfrün içinde Rabbimizin gazabından korkmayalım da kendisine söz söylersek çarpılırız diye ölülerden mi korkalım.[42]

Ölünün diriye hiçbir faydası ve zararı olmayacağını Allah Azze ve Celle şöyle bildirmektedir :

”Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar."[43]

“Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur. [44] “Allah'ın dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler.”[45]

“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”[46]

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir velî (dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.”[47]

“(Böyle iken inkârcılar) Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere kulluk ediyorlar. İnkârcı da Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır.”[48]

"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."[49]

“El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır. O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâla düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”[50]

“Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”[51]
YATIR VE TÜRBE ZİYARETLERİ SEVAP KAZANDIRIR MI ?

Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki :“Üç mescidin dışında bir yere yükler bağlayıp (sevap kazanmak için) yolculuk edilmez. Bu üç mescid ; Mescid-î Haram, (Mekke’de Kâ’be) Benim mescidim (Medine’de Mescid-î Nebevî) ve Mescid-î Aksa (Kudüs’te Beytü’l Makdis)’ dir.[52] İşte bu sayılan mescitlerde kılınan namazların sevabının fazlalığı sebebiyle oraları ziyaret teşvik edilmiş ve bunun dışında sevap kazanmak maksadıyla bir ziyaretgâh (mescid dahi) şiddetle yasaklanmıştır. Çünkü Kur’an insanların şirk batağına düştüğü kutsal saydıkları ve putlaştırdıkları heryeri yasaklamıştır.
DİRİNİN ÖLÜYE FAYDASI OLUR MU ?

Kabir ziyaretinde yardıma muhtaç olan –Allah katındaki derecesi ne olursa olsun- kabirde yatan kimsedir. O meyyit diri olan müslüman kardeşinin duasına muhtaçtır. Bu dua da ona nerde yapılsa müsavidir. Kabir ziyareti yapan kimse Allah’ım bu dünyadan göçmüş din kardeşlerimizin günah ve kusurlarını bağışla, onları kabir azabından, kabir sıkmasından koru, kabirlerine cennetten bir pencere aç, diye dua etmelidir. Zira Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) böyle dua eder ve böyle yapılmasını tavsiye buyururdu. Enes b. Malik ® ölünün defin işini tamamlayıp üzerindeki toprağını düzelttiği zaman ayağa kalkar sonra onun için şöyle dua ederdi: “ Ey Allah’ım kulun sana iade edildi. Ona şefkat gösterip merhamet et. Ey Allah’ım onun cisminden toprağı uzaklaştır. Ruhu için sema kapılarını aç. Onu güzel bir kabulle kabul et. Ey Allah’ım bu kulun ihsan sahibi ise, ihsanını kat kat eyle ve artır. Eğer hatalı ise, onun hatalarını bağışla ve onu affet.”[53]
ÖLÜMÜ HATIRLATMA FAYDASI

Ziyaret yapanın elde edeceği faydaya gelince ; ölmüşleri düşünüp, kendi ölümünü hatırlaması ve bu durumdan ibret almasından ibarettir. Bunun dışında dirinin ölüden alacağı hiçbir fayda yoktur. Allah her dert için, her sıkıntı için, mes'ut ve mesrur bir hayat için ne güzel vekil ve ne güzel yardımcıdır. İnsanlar dinlerini, Kur’an ve pak sünnetten öğrenseler bu denli haddi aşmaları mümkün değildir. Hatta kabirleri de bu derece yükseltmez ve zengine, fakire, takva sahibine veya günahkar olana ayrı ayrı kabir inşa etmezlerdi. Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) yeryüzünden bir karış yüksek kabir yapmayı yasaklamasına rağmen, hepimiz görüyoruz ki camilere gelmeyen halk mamur türbelere akın ediyor. Allah’a yalvarmadığı kadar ölülere yalvarıyor. Bakınız Allah (Azze ve Celle ) Kitabımızda ne buyuruyor. “(Kâfirler) O'nu (Allah'ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilahlar edindiler.”[54] Yine Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmaktadır. “Yoksa kendilerini bize karşı savunacak birtakım ilâhları mı var? (O ilâh dedikleri şeyler) kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler. Onlar bizden de alâka ve destek görmezler.”[55] “Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka ilahlar edindiler. Hayır, hayır! (taptıkları), onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar.”[56]

“Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçı edineceksiniz)? De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası (velileri, putları) anıldığı zaman hemen yüzleri güler.[57]
ÖLÜLERLE TEBERRÜK CAİZ DEĞİLDİR

Son yıllarda, sünnet ettirilecek çocuğun, evlenenlerin, bir işe başlamadan önce memur, amir, tacir kimselerin dahi bereket umarak türbeleri ziyaret ettiğine, üzüntüyle şahit olmaktayız. Bu davranışlar Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) ’ın tebliğ ettiği İslam dininde yasaklanan davranışlardır.
KABRİSTAN VE TÜRBELERDE NAMAZ KILINMAZ

Kabirlere karşı namaz kılınmaz.[58] Türbelerde namaz için ayrılan kısımlarda da olsa kabristanı mescid edinmek asla caiz değildir.[59] Çünkü bir ölünün kabri başında namaz kılan bir kimse kalbini Allah’a bağlayamadan, zihni orada yatan ile meşgul namaz kılmaktadır. Kaldı ki şeytanın insanları müşrik etmek için pusuya yattığı yerler oralardır ve insanın orada yaptığı ibadeti Allah'a has kılması hayli zordur. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in ashabına tevhidi kavrayıncaya kadar kabir ziyaretini yasaklaması bu yüzdendir. Peki türbe ziyaretine giden hangi insan tevhidi kavramıştır ki şirkten emin olsun. Şeytanın insana vereceği telkinatlar, vesveseler ve halihazırda yerleşmiş bâtıl inançlar neticesinde adetlere dönüşmüş davranışlar şirk kapısını sonuna kadar dayamışken, hangi tevhid yoksunu putperestlikten imanını koruyabilir.

Hayatta olmayan velilerden yardım isteme, onu vesile edinme,[60] ona tevekkül etme gibi batıl inançların yaygın olduğu şu asrımızda, kabirlerde kılınan namazlar bilgisiz insanların amelidir ve başka insanların da, dini yanlış anlamalarına sebep olmaktadır. Zaten türbeler, insanların cahilce tavaf ettiği, orada yatan kimseden yardım, şifa, şefaat talep ettiği, kurban kestiği şirk işlenen puthanelere çevrilmiştir.

Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) kendi kabrinin dahi mescit edinilmesini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: ”Allah’ın lâneti Yahudilerin ve Hrıstiyanların üzerine olsun. Onlar peygamberlerinin kabirelerini mescidler edindiler.”[61] Yine Rasulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) “…Dikkat edin! Sizden evvelkiler peygamberlerinin ve aralarındaki iyi kimselerin kabirlerini birer mescid ediniyorlardı. Dikkat edin! Sakın kabirleri mescidler edinmeyin. Ben sizleri bundan kesin olarak men ediyorum,”[62] buyurmuştur. Türbelerde ve içerisinde kabir olan mescidlerde kılınacak namazlarda Allah’ın rızası gözetilmemektedir, kalp tamamen kabir ehli ile meşguldür, bu gibi yerlerde namaz kılan, etrafını tavaf eden, onlardan yardım uman kimseler için bakınız Allah (c.c.) ne buyuruyor. "Halbuki onlar ancak, dini yalnız Allah'a has kılarak ve hanifler (Allah'a şirk koşmayan muvahhidler) olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekat vermeleri, emrolunmuştu. Sağlam din de budur."[63]

“Dikkat et, halis din Allah’ındır. O’nu bırakıp bir takım veliler edinenler, ”onlara, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Allah (doğru yoldan) ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi hidayete erdirmez.”[64]

İşte bu gibi ameller Kur’anda ve sünnette şiddetle yasaklanan, Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir, putperestliktir, böyle bir durumdan Allah’a sığınırız.
MUHASEBE

Şu an gelinen nokta açıkça gösteriyor ki duvarlarda asılı duran Kur’an bizim elimizden tutmuyor, bize kılavuzluk etmiyor. Kitabımız diyoruz lakin ondan habersiz yaşıyoruz, peygamberimiz diyoruz, onun gösterdiği yol ne taraftır bilmiyoruz. Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de buyurduğu: "…Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir…"[65] ayeti bu halimizi, ilgisizliğimizi, gayretsizliğimizi, körü körüne sebeplere yapışmadan kolaycılığımızı ne de güzel remz etmektedir. Bizim olduğu halde tanışmadığımız, ilgilenmediğimiz bir eşyamız var mı ? Dinimiz bir eşyadan kıymetsiz mi, ebedi hayatımız ve biz bir eşya kadar değere sahip değil miyiz ki bu kıymeti takdir edemiyoruz? İşte bu sual yolun başlangıç noktası olmalıdır. Kendisine doğru cevabı verebilen yolun sonunu hayırla bulur inşaallah. Bu yol sırat-ı müstekıym yoludur. Bu yol hakiki kılavuza uyanların ebedi rahatına ilerlediği dosdoğru istikamet yoludur.
MÜŞRİK ALLAH'A İNANDIĞI HALDE MÜŞRİKTİR

Müşrik Allah'ı inkar edene değil Allah'a iman ettiği halde Allah'ın sıfatlarından bazısının başkasında da bulunduğuna inanan kimseye denir. Yani müşriğin inancında bir fazlalık vardır. Allah'tan başkasında olmaz diye inanması gereken hususta olur diye inanmıştır. Bu olur inancı Allah'ın karşısına bir ilah çıkartmadır ve tevhid (birleme) bununla bozulmaktadır.

Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem)’in karşısına çıkıp da siz cehenneme, biz cennete gideceğiz diyen müşriklerin halini bir düşünün. Onlar bile şirk içerisinde olmalarına, Allah’ın peygamberi ile savaşmalarına rağmen cennete gideceklerini sanıyorlar. Şeytanın aldatması bizi zararda bırakmasın. Eyvah demeden, fırsat varken, ateşten sakınalım. Dedelerimiz, babalarımız bilmiyor muydu sen bunları nerden uyduruyorsun diyen, bu sözlerle peygamberi yalanlayan müşriklerin hali gibi hakikati yanlış ölçülerle tartmayalım. İman ettik dediğimiz Kitabımız ve Nebîmiz ne derse o olsun. Fakat bize ayeti ve hadisi getirenin de bir hilesi bu işe karışmasın. İki kilo elmayı alırken nasıl teraziye bakıyorsan, din adına bir sözü duyduğunda da Kur’ana ve sünnete bakmalısın. Kısa dünya hayatında kullanacağın bir metaın, iyisini ucuza almak için nasıl araştırıyorsan, ebedi rahatını temin edecek doğru yolun işaret levhalarını da öyle araştırmalısın. İşte bu meseledeki sözlerimiz görücüye açık, saf menbaın zerreleridir.

De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız…De ki: Ben size vekil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz. [66]

“Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”[67]

Asra yemin ederim ki ; İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.[68]

Rabbim güvercin temizliği ve hafifliği nasip eylesin yüreklerimize

http://img27.imageshack.us/img27/4725/59171155yg4lq6.gif

Şunun saflığına, güzelliğine bir bakın...
ŞÜKÜRLER OLSUN O YARADANA...

Bi kaç güzel söz ve islami resim

Evet kardeşlerim insan bir yolcudur ve hakikate doğru yolculuk yapmaktayız.


SÖZ OLA KESE SAVAŞI,SÖZ OLA KESTİRE BAŞI; SÖZ OLA AĞULU AŞI, YAĞ İLE BAL EDE BİR SÖZ.
Tatlı dil ve güzel huy, KUR’AN-I KERİM üslubudur.

Her insan Aciz'dir ,bunun farkında olan Aciz Kul'lar çok azdır.
Allah(c.c.) 'ın izni dışında nefes almaya gücü yetmeyen Aciz Kul'lar
UYANIN.!